Kaçımız sürekli bir şeyleri kaçırıyormuşuz hissine kapılıyor? Sosyal medyada önümüze düşen fenomen hayatları ile kendi hayatını kıyaslamayan kaç kişiyiz? Bu soruların cevapları aslında beklentilerimizi ve gerçek hayatta ne yapmak istediğimizi sorgulamak için birer anahtar.
Gün boyu yoğun bir koşturmaca içinde buluyoruz kendimizi. Sabah uyanıyoruz, kimimiz işe gidiyor, kimimiz günün vazifelerini yapıyor. Koşuyoruz ve sonunda yorulup akşam uyuyoruz. Ertesi gün yine kendimizi aynı döngü içinde buluveriyoruz. Peki, bu döngü içinde gerçekten var olabiliyor muyuz?
Günlük Rutinimiz Zorunluluklarla mı Alışkanlıklar mı İlerliyor?
Birçoğumuz günü, haftaları aynı şekilde geçiriyoruz. Pazartesi ilk iş günü, hafta sonu ise hafta içinin koşturmasından sıyrıldığımız bir kaçış gibi. Bu koşturma içinde sabah çayımızı veya kahvemizi yudumlarken bir bakmışız gün kararmış, akşam olmuş. Yaptığımız şeyleri çoğu zaman neden yaptığımızı bilmeden, yapmamız gerektiği için yapıp geçiyoruz. Bazen yakın çevremizin bazen de toplumun bizden beklediği rolleri yerine getiriyoruz değil mi?
Bazen içinde bulunduğumuz toplum bazen de ailemiz bize bir yaşam tarzı ve başarı tanımı dayatır. Bu beklentilerin içinde kendimizi sıkışmış hissederiz. Para kazanma zorunluluğu içinde buluruz. Bu baskılar ve beklentiler, insanın kendi kimliğini ve amacını bulmasını zorlaştırabilir. O yüzden çoğu zaman ikilemde kaldığımızı görürüz. Hakikatte ne yapmamız gerektiğini biliriz ama onları yaparken de bir anlam kaybı yaşadığımızı hissederiz.
Sadece gerekli olanı yerine getirmek insanın kendi var oluş amacını bulup sorgulamasına engel olabilir. Ama kimi zaman ruhsal boşlukta olma hissi, bizi gerçekte ne istediğimizi, neyi neden yaptığımızı sorgulatabilir.
Beklentilerden Nasıl Kurtulabiliriz?
Çalınan Dikkat kitabının yazarı Hari, endüstriyel topluma değinir ve bu toplum yapısının hızlı bir akış içinde olduğuna, insanları sürekli olarak bir şeyleri takip etmeye yönlendirdiğine değinir. Bunun sonucu olarak da insanlar kendilerini sürekli bir şeyler yaparken bulur. Bu yüzden de insanlar hep dikkatleri dağınık, hatta derin düşünmeyi bırakmış bireylere dönüşür. Bunun etkisiyle de bir süre sonra stres, depresyon kaçınılmaz olur. Belki de depresyonun bu kadar yaygınlaşmasının altında yatan derin sebeplerden biri de budur.
Kitapta başka önemli bir tespit de kapitalizme yapılan vurgudur. Kapitalist sistemin insanı tüketime yönlendirerek sürekli olarak bilgi bombardımanına tuttuğunu ve bütün yaşam gayesini tüketime odakladığını söyler. Ama çözüm önerisinde de bulunur; farkındalık ve değişim modern hayatın bize sunduğu dayatmalara karşı duruşumuzu değiştirebilir. Kitapta sunulan çözüm önerilerini şöyle sıralayabilirim:
· Dijital detoks
· Çevresel uyarıları azaltma
· Doğa ile daha fazla zaman geçirme
· Anda kalmak için pratik yapma
Aslında kendi var oluş amacını bulan kişi, farkındalıkla sorumluluklarını yerine getiren kişidir. Çünkü varoluş amacını bulan ve sorgulayan kişi sorumluluktan kaçmak yerine, kendisinden bekleneni yerine getirirken bile anlam taşıyarak yapar. Yapması gerekenleri kendi yaşam amacına uygun şekilde ortaya koyabilme becerisi gösterir.
Kendi varoluş amacını ararken bütün bu beklentileri anlamsız bulan, yerine getirmekten kaçan kişilerin yaşamlarının kaosa döndüğünü görürüz. İdeal olan, kişinin kendi hedeflerini belirlerken beklentilerle özünü kaybetmesi değil; kendi amacı doğrultusunda bu beklentilere verdiği yanıttır. Bunun için şu 5 adımı izleyerek mutluluğun dışarıda değil, içimizde saklı olduğunu belki keşfedebiliriz:
(1) Kendinizi gözlemleyin ve ana odaklanın:
Gerçekten hayatı kaçırıyor muyuz? Kafede otururken bile aklımız evdeki işlerde mi kalıyor? Mutfakta yemek yaparken aslında bir sonraki günün buluşma planını mı yapıyoruz? İronik olan şu; sürekli planların içinde, yaptıklarımız ve yapamadıklarımız arasında sıkışırken kaçırdığımız bir şey var: yaşadığımız o an. Bakın bakalım, dikkatinizi tamamen bulunduğunuz ana verebiliyor musunuz?
Anda kalmak; yarınki işleri, bir saat sonrasını düşünmenize izin vermez. Dolayısıyla stresiniz de azalır. Yaptığınız her neyse o şeye tam olarak odaklanırsınız. Eğer karşınızdakiyle sohbet ediyorsanız onunla gerçekten bağ kurduğunuzu hissedersiniz. Zihni bilinçli şekilde anda tutmak, huzuru getirir. Bunun için birtakım egzersizler işe yarayabilir:
· Yaptığınız tek bir işe odaklanın.
· Doğada daha fazla zaman geçirerek kuşların sesini dinleyin, çiçeklerin kokusunu içinize çekin.
· Nefes egzersizleri yaparak bedeninizi rahatlatın.
· İnsana dinginlik veren dua etmeyi arttırın.
(2) Tutkularınızı keşfedin:
Neyi sevdiğinizi ve neyi değerli bulduğunuzu anlamaya çalışın. İnsanın kendi iç sesini dinlemesi, var oluşunda getirdiği yetenekleri keşfetmesini kolaylaştırır.
(3) Durun ve düşünün:
Hızlı tempoda koşuşturmak, huzur yerine çoğu zaman stresi tetikler. Tam koşturma anlarında, durun ve derin nefes alın. Aslında günü 5 vakte bölen namaz molaları; insan için tam bir odaklanma, arınma, anı yaşama ve kendi özüyle bağlantı kurma zamanlarıdır.
(4) Deneyimlerinize odaklanın:
Beklentiler bizden her zaman başarılı olmayı, iyi olmayı ister. Ama gerçekte yapamadıklarımızdan, hatalarımızdan ve başarısızlıklarımızdan öğreniriz. Zaten tecrübe dediğimiz kavram da böyle ortaya çıkar. Yaptığımız hatalarla neyi, neden istediğimizi ve değer verdiğimizi daha iyi anlarız.
(5) Hedef belirleyin:
Hedefler aslında içsel amacımızı bulmamızı kolaylaştırır. Bu sayede bizden beklenilen sorumlulukları yerine getirirken aslında kendi amacımız doğrultusunda hareket edebilmenin verdiği rahatlığı yaşarız.
Şimdinin Gücünü Keşfedersek Her şey Farklı Olur mu?
Hayatın bir akışı vardır. Biz de insanlar olarak o akış içinde var oluruz. O akışa ne kadar direnirsek huzursuzluk da peşimizden kovalar. Hayatın ritmine ayak uydurarak değişim içinde biz de geçmişin pişmanlıklarından sıyrılabilir, gelecekle ilgili belirsizliklerin içinde kaybolmayı bırakabiliriz.
Farkındalık, bunun için belki de en önemli sihirli sözcük. Tatildeyken bile Instagram'a koyacağımız fotoğrafların peşinde heba oluyorsak anın tadına ne kadar varabiliriz? Hayatı kaçırmamak için var olduğumuz anı yaşamayı düşünmek; bulunduğumuz dakikanın değerini bilmek demek.
Anı yaşamak; eğlence peşinden koşarak sadece keyif almak demek değil; bütün dikkatinizi yaptığınız şeye odaklamak demektir. Aslında bu, var oluşun ne kadar değerli olduğunu anlama halidir. Güneş doğarken güneşin vazifeli bir memur olduğu ancak bu şekilde idrak edilebilir. Eğer onun yaratılışı olmasa kainat içinde her şeyin nasıl yok olup gideceği ancak o zaman düşünülebilir. O zaman tam olarak güneşi hisseder ve özümsersiniz. Ardından derin bir şükran duygusu gelir. Çünkü insan, kainatı gözlemledikçe ve onunla bütünleştikçe her bir olayın aslında mucize olarak var olduğunu kabul eder.
Sevdikleriyle vakit geçirirken sadece fiziksel olarak bulunmaz, onları dinler, hisseder ve öyle iletişim kurar. Derin bir anlayış, derin bağ kurar. Zaten bu bağı kurduğumuz insanlarla bir araya geldiğimizde sohbetin bitmesini istemeyiz. Niye? Çünkü kendimizi değerli hissederiz. Ruhsal bir bağ ile bir gülümseme ile bir bakış ile ses tonundaki sakinlik ile sevgiyi hisseder ve hissettirebiliriz.
Öyleyse neden kendimizi her şeyi kaçırıyoruz hissiyle hırpalayalım ki! Gerçekten bulunduğumuz anda var olalım yeter!