Merkez Bankası faiz kararı, ekonomideki dengeleri etkileyen en kritik adımlardan biri olarak her zaman gündemde kalmaya devam ediyor.
Sadece bu da değil ABD ekonomik gelişmeleri de bizim için hayati. Hepinizin diline pelesenk olan FED faiz kararları ve toplantıları ülkece en önemli ekonomik gündemlerimizden biri olmaya devam ediyor. Ülkemizde 26 Aralık günü verilecek faiz kararı, piyasalarda yeni bir tartışma dalgası yaratmaya şimdiden aday.
Ekonomistler arasındaki görüş ayrılıkları ise bu kararın sadece bir finansal hamle olmanın ötesinde, daha derin bir ekonomik çıkmazı yansıttığını gösteriyor. Bu tartışmalar, yalnızca ekonomik göstergelere değil, aynı zamanda vatandaşın alım gücüne ve geleceğe dair beklentilerine de doğrudan etki ediyor. Faiz kararının sonuçları, kısa vadeli piyasa hareketlerini etkilerken, hem de uzun vadeli ekonomik dengeyi belirleyecek kadar önemli bir yere sahip.
Faiz indirimi destekçileri, düşük faizlerin yatırım ve üretimi artıracağını savunurken, karşıt görüşte olanlar bu adımın enflasyonu daha da körükleyeceğine inanıyor. Şu bir gerçek ki faiz kararları sadece matematiksel bir hesaplama değil aynı zamanda ekonomik ve toplumsal dengeleri çok boyutlu şekilde etkileyen bir tercih meselesidir. Faiz arttıkça enflasyon artar mı? Bu soruya yanıt ararken, düşük faiz politikasının tüketim alışkanlıklarını ve tasarruf eğilimlerini nasıl etkilediği gibi faktörler göz önüne alınmalıdır. Kararların yalnızca ekonomik aktörler için değil, tüm toplum için geniş kapsamlı sonuçları var gibi görünüyor.
Son dönemde faiz indirimlerine rağmen piyasalarda beklenen rahatlama sağlanamamış durumda. Uzun vadeli tahvil faizleri düşmek bir yana, yeniden yükselişe geçmiş durumda. Kısa vadeli tahvil faizlerinde ise dalgalanmalar sürüyor ve piyasa, enflasyonun kalıcı bir düşüş göstereceğine ikna olmuyor. Bu belirsizlik ortamı, faiz ve enflasyon arasındaki karmaşık ilişkilerin bir kez daha masaya yatırılması gerektiğini gösteriyor.
Faiz indirimleri, yatırım ve tüketimi desteklemek amacıyla yapılsa da, ekonomik aktörlerin beklentileri ve davranışları üzerinde istenen etkiyi yaratmakta zorlanıyor. Bu durum yalnızca faiz politikalarının değil, aynı zamanda geniş kapsamlı bir ekonomik reform ihtiyacını da gözler önüne seriyor. Piyasaların güvenini kazanmak ve sürdürülebilir bir ekonomik denge oluşturmak için daha kapsamlı ve etkili stratejilere ihtiyaç duyuluyor.
Enflasyon Artışı Neden Durmuyor?
Enflasyonla mücadele, ekonominin en çetrefilli sorunlarından biri olarak hepimizin karşısında duruyor. Yükselen fiyatların ardında yatan ana nedenlerden biri, tüketim ve üretim arasındaki dengesizlik. Günümüzde tüketim eğilimi, fiyat artışlarının önüne geçebilecek seviyelerde seyretmiyor. Özellikle konut ve otomobil gibi büyük tüketim kalemlerinde yaşanan rekor artışlar, enflasyonu dizginlemeyi zorlaştırıyor. Son iki ayda konut satışlarının 150 binlerin üzerinde seyretmesi, özellikle ülkenin üst gelir gruplarındaki hareketliliği gözler önüne seriyor.
Sanayi sektöründeki durum, ekonomik tabloyu daha da karamsar hale getiriyor. Yatırımların giderek azalması ve üretim cephesinin ciddi bir baskı altında olması, ekonomik dengelerin sağlanmasını zorlaştırıyor. Teknolojik ilerlemenin yavaşladığı ve üretim kapasitesinin artan talebi karşılamakta yetersiz kaldığı bir ortamda, enflasyonu kontrol altına alma çabaları daha da karmaşık bir hal alıyor.
Üstelik siyasi ve uluslararası gelişmeler de piyasalardaki belirsizliği artırıyor. Örneğin, küresel çapta yaşanan ticaret savaşları, enerji krizleri ve tedarik zinciri problemleri, üretim maliyetlerini yükseltiyor ve yatırım ortamını daha kırılgan hale getiriyor. Aynı şekilde, yerel düzeyde yaşanan politik istikrarsızlık durumları da, sanayi yatırımları için güvenli bir zemin oluşmasını engelliyor. Bu belirsizlikler, yalnızca ekonomik büyümeyi yavaşlatmakla kalmıyor, aynı zamanda iş gücü piyasasını da olumsuz etkiliyor. Kalıcı bir çözüm için, uzun vadeli yapısal reformlar ve sürdürülebilir bir üretim stratejisi şart gibi gözüküyor.
Faiz kararlarının tek başına çözüm getiremeyeceği bir süreçle karşı karşıyayız. Faiz enflasyon ilişkisi, bu noktada daha kapsamlı bir analiz gerektiriyor. Bu nedenle sadece faizleri düşürerek enflasyonu düşürme beklentisinin yetersiz bir yaklaşım olduğunu artık kabul etmemiz gerekiyor. Daha etkin politikalar ve yapısal reformlar şart.
Enflasyon Sorunlarından Kurtulmak Mümkün Mü?
Enflasyon sorununun çözülmesi, ekonomik politikalarda köklü değişiklikler yapmayı zorunlu kılar. Bu süreçte, gelir dağılımındaki adaletsizliklerin giderilmesi kritik bir öneme sahiptir. Alt gelir grupları, enflasyondan en fazla etkilenen kesimler olarak, fiyat artışlarının baskısını daha yoğun hissetmekte. Bu durumu hepimiz markette, eczanede, kasapta ve sokakta kapsamlı şekilde hissediyoruz. Ancak mevcut ekonomik programlar, bu grupların yaşadığı zorlukları hafifletmekte yeterince etkili olamamaktadır.
Hedef, düşük gelirli bireylerin yaşam standartlarını iyileştirmek, alım güçlerini artırmak ve daha adil bir dağılım sağlamaktır. Bunun için devletin daha etkili müdahalelerde bulunarak, halkın refah seviyesini yükseltecek politikalar geliştirmesi gereklidir. Enflasyon canavarına son vermek hepimiz için oldukça önemli gibi görünüyor. ‘’Ülke olarak bu en son çıkışımız’’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Bu koşullar kafamız üzerinde giyotin gibi dururken, son 5 yılın Türkiye enflasyon verileri şu şekilde;
· 2019: %11,84
· 2020: %14,60
· 2021: %36,08
· 2022: %64,27
· 2023: %58,94
2023 de başlayan düşüş durumunun tek haneli rakamlara ulaşması ise hepimizin yegâne beklentisi. Enflasyonu düşürmek için, özellikle ranta dayalı kazancın sınırlanması ve üretim odaklı bir ekonomik modelin benimsenmesi şart gibi duruyor. Konut ve lüks tüketim mallarındaki fiyat artışları, gelir adaletsizliğini daha da derinleştirirken, sürdürülebilir bir çözüm üretmek için üretim kapasitesinin artırılması gerekmektedir. Bu tür bir strateji, yatırım ortamını iyileştirerek tüm ekonomik aktörler arasında daha dengeli bir paylaşım sağlamalıdır.
Ekonomik denetimlerin ve adil politikaların enflasyon oranları konusunu dengelemek için hayati bir rol oynayacaktır. Faiz indirimi gibi kısa vadeli çözümlere dayalı yaklaşımlar, enflasyon sorununu köklü bir şekilde çözmekte yetersiz kalmaktadır. Bu tür adımlar sadece geçici rahatlamalar sağlarken, uzun vadeli ve süreklilik arz eden politikalar uygulanmadıkça kalıcı bir çözüm sağlanması mümkün değildir.
Arjantin gibi ülkelerin yaşadığı ekonomik krizler, ülkemiz için büyük bir ders niteliği taşır; bu deneyimler, sadece piyasa odaklı değil, toplumsal ve yapısal bir yaklaşımın gerekliliğini gözler önüne seriyor. Enflasyonla etkin mücadele sadece fiyat istikrarını sağlamayı değil, aynı zamanda gelir dağılımı, üretim yapıları ve sosyal güvenlik sistemlerinde de köklü reformları gerektiriyor.
Üretim kapasitesinin artırılması, iş gücü piyasasında denetimlerin güçlendirilmesi ve sürdürülebilir yatırımların teşvik edilmesi, enflasyonu kontrol altına almak için kritik öneme sahiptir. Bu tür yapısal adımlar, ekonominin sağlıklı büyümesini ve toplumun genel refahını artıracaktır. Son olarak çektiğimiz bunca sıkıntıdan sonra, çok kısa bir zamanda Zümrüdüanka misali küllerinden doğan bir ülke ekonomisi görmek hepimizin hakkı gibi duruyor.