Araştırmanın detayları
Monash Üniversitesi liderliğindeki araştırmacılar, 2000-2012 yılları arasında 13 üreme sezonunu kapsayan bir çalışma yürüttü. Phillip Adası'ndaki yaklaşık 40 bin küçük pengueni inceleyen ekip, bin birey arasında toplamda 250 boşanma vakası tespit etti. Çalışmanın sonuçları hakemli Ecology and Evolution dergisinde yayımlandı.
- Boşanma sebepleri: Araştırmaya göre penguenler, üreme başarısının düşük olduğu bir sezonun ardından partnerlerini terk edebiliyor.
- Sonuçlar: Ancak boşanmanın ardından yeni bir eş bulan penguenlerin üreme başarıları genellikle düşüyor. Bu durum, koloni genelinde daha az yavrunun dünyaya gelmesiyle sonuçlanıyor.
Boşanmanın koloni üzerindeki etkisi
Araştırmacılar, boşanma oranlarının düşük olduğu sezonlarda koloninin genel üreme başarısının arttığını gözlemledi. Çevresel faktörler veya avlanma süresi gibi diğer değişkenlere kıyasla, boşanma oranlarının üreme başarılarıyla daha güçlü bir korelasyon gösterdiği belirtildi.
Monash Üniversitesi'nden Richard Reina, küçük penguenlerin çoğunlukla eşlerine bağlı kaldığını ancak kötü geçen üreme sezonlarında eş değiştirme eğilimi gösterdiğini ifade etti:
"Küçük penguenler, genelde sadık eşlerdir, ancak kötü bir üreme sezonunun ardından başarılarını artırmak için yeni bir partner arayabilirler."
Çevresel ve sosyal dinamiklerin önemi
Araştırmanın diğer yazarı Andre Chiaradia, boşanma oranlarının çevresel faktörlerle ilişkisine dikkat çekerek şunları söyledi:
"Phillip Adası'ndaki küçük penguenlerde uygun çevresel koşullar sağlandığında daha düşük boşanma oranları görülüyor. Bu, hassas deniz kuşu türlerini korumak için stratejiler geliştirirken, yalnızca çevresel faktörleri değil, sosyal dinamikleri de göz önünde bulundurmanın önemini vurguluyor."
Sonuç: Koruma stratejileri için yeni perspektifler
Küçük penguenlerde boşanma oranlarının koloni genelindeki üreme başarısıyla doğrudan ilişkili olması, bu türün korunması için sosyal davranışların da dikkate alınması gerektiğini gösteriyor. Çalışma, penguen kolonilerinin korunmasında çevresel ve sosyal faktörlerin bir arada değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koyarak, koruma biyolojisine yeni bir perspektif sunuyor.