2020 yılında TİAK’ın yaptığı araştırmaya göre ülkemizde televizyon izleme süresi ortalama olarak 4 saat 33 dakika. Yaş arttıkça bu sürenin uzadığını görüyoruz. Özellikle 65 yaş ve üstü ekran başında daha fazla zaman geçiriyor.
Gündüz kuşağı programlarını izleyen ev hanımları, emekliler ve öğrenciler vakit geçirmek için ekranı tercih ediyor. Buna akşam dizileri de eklenince günün başından sonuna evlerimizin içi bize gösterilen dünyanın pırıltısıyla, gürültüsüyle geçiyor. Günün sonunda gerçeği kurgudan ayırt etmek zorlaşıyor.
Peki, neden başkalarının özel hayatlarına bu kadar kolay dahil oluyoruz? Bu durumun bireyler ve toplum üzerinde olumsuz etkisi ne? Bu etkiyi nasıl değiştirebiliriz? Medya okuryazarlığı gerçekten işe yarar mı?
Televizyon Sadece Eğlendirmiyor; Bizi de Şekillendiriyor
Dizilerde entrika çevirmek, zeka göstergesi gibi sunulabiliyor. Yalan söyleyerek durumdan sıyrılmak neredeyse meziyet gibi görülüyor. Dahası; bu içeriklerle ilgili sosyal medyada gündem oluşturuluyor, biz de o gündemi takip ediyoruz.
Oxford Üniversitesinde yapılan çalışmaya göre, “Medyadaki içeriklerde tekrarlayan davranışlar, ahlaki sınırları aşsa bile zamanla normalleşiyor.” Bu durum, eleştirel düşünmenin önüne geçiyor. Hatta “Her yerde böyle şeyler oluyor” anlayışını içselleştirmemize sebep oluyor.
Duyguya hitap eden içerikler, sürekli önümüze sunuluyor. Bu noktada bilinçli medya tüketimi hayati önem taşıyor. Gördüğünü anlamak ve yorumlayabilmek zorlaştığında ortak bir bilinç kazanmak da mümkün olmuyor.
Programlar Reyting Verilerine Göre Hazırlanıyor
Yalnızca gündüz kuşağı programlarda değil; prime time dizilerde de benzer içerikler var. Sansasyonel içerikler dizilerde de karşımıza çıkabiliyor. Çünkü diziler de reyting verilerine göre şekilleniyor. Çok izlenen içerik, ekran süresini daha fazla alıyor. Zaten kısır döngü de burada başlıyor. Biz izledikçe o konular daha fazla gündem oluşturuyor. Gündemi takip ettikçe o konulara olan ilgi reytingleri arttırıyor.
Dizilerde yüceltilen karakterde aldatma, şiddet, yalan söyleme ve çıkar ilişkileri vb. gibi ahlaki değerlerden uzak özellikler öne çıkarılıyor. Tasvip etmeyeceğimiz yaşam biçimlerini izledikçe normalleştiriyoruz. Hatta bu karakterleri gözümüzde kahramanlaştırarak kafamız karışıyor. Ne ayıp, ne günah, hangi davranış yanlış; bilemez hale geliyoruz.
Zamanla içsel dengemiz bozuluyor. Ahlaki pusulamız şaşabiliyor. Oysa insanı kötülükten alıkoyan en güzel içsel mekanizmalardan biri utanma duygusudur. Bu duygu normlara göre hareket etmeyi sağlar, sınırlar çizer. Ekranda normalleştirilen olumsuz davranışları, zamanla bu duygunun da körelmesine neden olabilir.
Kötü; sürekli ön planda tutulduğunda, erdemler geri planda kalır. İlk zamanlar garipsediğimiz görüntülere, defalarca maruz kalarak alışıyoruz. Alıştığımız şeyin, herkes tarafından da yapıldığını düşünmek, bize davranışı iyice normalleştiriyor. Bir sonraki aşamada bakıyoruz ki başlarda o garipsediğimiz davranışı yapıyoruz. Ne yazık ki farkında olmadan bilinçsiz bir dönüşüm yaşıyoruz.
Beynimiz Eğlenceye Duyarlı: Bu Ne Anlama Geliyor?
Beynimizin nasıl çalıştığını bilirsek karar verme sistemimizin nasıl etkilendiğini de anlayabiliriz. Böylece değer sistemimizi daha kolay koruyabiliriz. Beyin haz odaklıdır. Bu ne demek? Dikkatimizi çeken, bizi heyecanlandıran ve merak uyandıran sahneler beynimizi uyarır ve bizde duygusal tepkiler oluşmasına sebep olur.
Araştırmalara göre; izlerken gördüğümüz aşk sahneleri, kavgalar, ihanetler beynimizdeki duygusal merkezleri etkiler. Her ne kadar izlediğimiz sahnelerin gerçek olmadığını bilsek de beynimiz bu sahneleri gerçek gibi algılar. Bu yüzden üzülürüz; sinirlenir ve etkileniriz.
İzlediğimiz karakterle empati kurmaya başladıkça da taklit ederiz. Beynimizdeki ayna nöronlar devreye girer. Ayna nöronlar, başkasının yaptığı bir davranışı taklit etmemizi sağlar. Bu sayede öğreniriz. Bebekler konuşmayı, yürümeyi ve diğer davranışları bu yolla edinir.
Yani insan beyni etkilenmeye açıktır. Bu eksiklik değil; insan olmanın doğal bir parçasıdır. Bu, insanın yaradılışına konan; doğru ve erdemli yaşamaya olan doğal yatkınlığı korumak için verilen bir özellik. Bu yapı sayesinde insan ya kendini yüceltecek ahlaki normlara göre yaşar ya da farkında olmadan kötü örneklerle yozlaşabilir.
· İyiden ilham almazsak yanlış olanlar normalleşir.
· Başkasının acısı bizim sevincimize dönüşür.
· Kurgulanan karakterler, gerçeklik algımızı bozar.
· Derin düşünemez, yüzeysel yorumlar yaparak yaşarız.
Bu yüzden eleştirel medya okuma hem ruh sağlımızı hem de ahlaki pusulamızı korur.
Çocuklar En Çok Tehlikeye Açık Olanlar
Biz yetişkinler bile ekranlardan bu kadar etkileniyorken çocuklar için bu etki daha da büyük. Özellikle hayal dünyası gelişme aşamasında olan çocuklar ekranı gerçek gibi algılıyor. Araştırmalar eğlenceli sunulan kötü karakterin rol model olduğunu gösteriyor.
Çocuk bir şiddet sahnesini, kahramanın kurnazlık yoluyla elde ettiği maddi kazancı, yaptığı hileleri süzgeçten geçiremeden kabul edebiliyor. Ebeveyn eleştirisi olmadan izlenen her sahne, çocuğun zihninde doğru ile eşleşiyor.
Hele ki özdeşim kurduğu karakter; bencilse, hırslıysa, ihanet bir başarı gibi gösteriliyorsa tehlike çanları çalıyor demektir. Bu noktada en önemli adım; yaşa göre programlar seçmektir. İkinci önemli husus ise izlenen içerik üzerinde sohbet ederek yanlışı göstermektir. Her görülenin doğru olmadığını öğrenmek, çocuğun zihinsel filtresini geliştirmeye yardımcı olacaktır.
· Alternatif yayınlar seçilmelidir.
· Yaşa uygun programlar tercih edilmelidir.
· İzlenen içerik üzerinden konuşarak doğru-yanlış gösterilmelidir.
· Ekranda gördüğümüz her şeyin güvenilir olmadığı bilinci kazandırılmalıdır.
· Ekran süresi sınırlandırılmalıdır.
Ve en önemlisi: Ebeveynin izleme alışkanlığı çocuğa yön verir!
Medya Okuryazarı Olmazsak Değerlerimiz Çürür
Medya okuryazarı olmak aslında Anadolu irfanının “ayıbı örtmek, kötüyü yaymamak” anlayışıyla örtüşür. Kültürel geleneğimizden ve İslami terbiyeden aldığımız ahlaki kodlar; iyiliği yaymayı ve kötülüğü teşhir etmemeyi öğütler. Hatanın ortaya çıkarılması değil, onun iyileşmesi, ıslahı için uğraşmak esastır. Erdem olan, ayıbı örtmektir. Çünkü kötü örnek, örnek teşkil etmez. Bu anlayış bugün medya kültürüyle ters düşüyor. Medyadaki anlayış, en çok izlenen içerikleri üretmeye yöneliktir. İnsan psikolojisinin duygulara duyarlılığı da bu tercihi yönlendirir.
İzlenme oranları duyguya hitap eden içeriklerle artıyor: üzüntü, korku ve öfke… Bunlar izleyiciyi ekrana bağlıyor. 2022 yılında Stanford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, insanlar duygusal bir hikâyede anlatılanlara daha kolay inanıyor. Yani aynayı kendimize tutarsak; sürekli başkalarının özel hayatlarını seyrede seyrede, eşler arasındaki aldatma durumlarına şahit ola ola, miras için kavgaya tutuşan kardeşlerin çekişmelerini izleye izleye düşüncelerimiz değişmeye başlıyor:
“Demek ki ben de böyle yapabilirim!”
“Artık aldatmak ayıp değil!”
“Bağırarak da haklılığımı gösterebilirim.”
Ahlaki değerlerin sarsılması toplumsal yapıya büyük zarar veriyor. Bugün bu yozlaşmanın toplumsal sonuçlarına hep birlikte şahit oluyoruz. Alışkın olmadığımız görüntüler, durumlar; aile yapısının çökmesine, şiddet olaylarının artmasına neden oluyor.
Peki, biz ne yapabiliriz?
Bu kısır döngüden çıkmak için izleyici olarak bize sorumluluk düşüyor. Bu payın başlangıç noktası ise medya okuryazarlığı olabilir:
· İzlediğimiz programları sorgular hale geliriz.
· Duygularımızın etkilenmemesi için, bilgimizle hareket edebiliriz.
· Normal veya anormal davranışı sorgulayabiliriz.
· Kendi değerlerimizle değerlendirmeyi öğreniriz.