Sosyal medya… Bazıları için eğlence aracı, bazıları için iş imkânı bazıları içinse yalnızca kaçış alanı. Hepimiz farklı amaçlarla kullanıyor olsak da bir gerçek var ki artık kimse onsuz bir hayatı hayal edemiyor. Gözümüzü açar açmaz elimiz bir bardak suya değil, telefona gidiyor. Çünkü biriken bildirimler, mesajlar ve paylaşımlar bizi bekliyor.
Farkında olmasak da hayatımızın merkezi haline gelen sosyal medya bizi etkiliyor, dönüştürüyor. Tam bu noktada soralım: Üzerimizdeki bu etki bizi bilinçli bir kullanıcıya mı dönüştürüyor yoksa giderek duyarsızlaşan bir bireye mi evriliyoruz? Ekran başında kaldığımız dakikalar, hayatımıza nasıl yansıyor?
Duyarsızlığa mı Duyarlılığa mı Çekiliyoruz?
Sabah elimize telefonu alır almaz karşımıza çıkan ilk paylaşım bir sokak hayvanına şiddet olabilir. Hemen ardından savaş mağduru bir çocuğun gözyaşları… Sonra başka bir felaket: sel, yangın, deprem… Can ve mal kaybına uğramış onca insan görüntüsü gözümüzün önünden geçiyor. Ardından bir influencer’ın kahvaltı masasında çay yudumlarken tebessüm eden pozuyla karşılaşıyoruz. Tüm bu içerikler arasında saniyeler içinde parmağımız ekran üzerinden kayıyor.
Eskiden olsa kötü bir olay duyduğumuzda içimiz ezilir, kalbimiz sıkışır, üzüntümüzü yakınlarımıza anlatırdık. Şimdi kötü bir olayı story’de görüyor, birkaç saniye içinde atlayıp zihnimizi ve ruhumuzu meşgul eden başka bir hadiseyle meşgul oluyoruz. Sürekli trajediye maruz kalmak, devamlı postlar arasında geçiş yaşamak bizi duyusal uyuşma ile karşı karşıya bırakıyor. Yani bir süre sonra tepkisizleşiyoruz. Uzmanlar buna empati yorgunluğu da diyor.
Artık görüntüler ne kadar iç burkucu olsa da “Yine mi aynı şeyler?” deyip kalbimizden hiçbir duygu yükselmiyor. Gördüklerimize alıştığımız için gerçek acılar artık kalbimizi acıtmıyor. Her gün karşılaştığımız felaket haberleri gerçek duygu üretmemize engel oluyor. Elbette ki her görüntüye, her acı habere derin üzüntü duymak insanı tüketen bir şeydir. Ama ekran akışına kapılıp sürekli pasif izleyici konumunda kalmak da kayıtsızlığa sürükleyebilir.
O halde ekran karşısında kaldığımız süreye odaklanıp şu soruyu kendimize soralım:
Duyarsızlığa mı yoksa duyarlılığa mı çekiliyoruz?
Bu sorunun cevabı, bir yönüyle bizim elimizde saklı. Çünkü hangi içeriğe ne kadar zaman harcayacağımıza neye duygu yüklediğimize biz karar veriyoruz. Kalbimizin kapılarını neye açık tutacağımız bizim tercihimiz. Çünkü neyi izleyeceğimizi, neye tepki vereceğimizi belirleyen biziz. En azından başlangıç noktası bizim elimizde.
Algılarımız Algoritma Esiri mi?
Gördüğümüz içeriklerin çoğu, algoritmaların yönlendirmesiyle karşımıza çıkıyor. Yani gördüğümüz içerikler, aslında biz fark etmesek de bizim yerimize belirleniyor. Çünkü biz neyi seversek ve ne ile fazla zaman geçirirsek algoritmalar benzer içerikleri göstermeye başlar. Aslında bir yönde bakıldığında güzel gibi görünse de tehlikeli yanı, hep aynı seçimlerin içinde sıkışmak.
Karşımıza çıkan içerikler algoritmanın bize gösterdikleriyle sınırlı kalabiliyor. Yani, algoritma bizim verilerimizi toplayarak analiz yapıyor. Duygusal yanımızı tespit ediyor, aynı zamanda da ilgi haritamızı belirliyor. Bunu yaparken kullandığı verileri şu kriterlere göre seçiyor:
· Neyi beğeniyoruz?
· Neye yorum yapıyoruz?
· Neyi paylaşıyoruz?
· Hangi videoyu uzun süre izliyoruz?
· Hangi gönderiyi çok hızlı geçiyoruz?
Aynı zamanda algoritmanın çalışma mantığı tüm kullanıcı kitlesini de göz önünde bulundurmaktır. Mesela popüler içerikler; yani büyük kitle tarafından etkileşime girilen içerikler öne çıkar ve önümüze düşer. Kişisel tercihlerimiz kadar kitlenin tercihleri de etkilidir. Bu sebeple sürüklendiğimiz bir döngü içinde kalırız. Bu durumun üzerimizde bıraktığı olumsuz etkiler var. Bu etkiler neler mi?
· Korku ve daha çok karamsarlık uyandıran, insanı strese ve endişeye sevk eden haberler daha fazla etkileşim alıyor. Bu sebeple de daha fazla önümüze düşüyor.
· Her gün onlarca trajediyi görmek bizi duyarsızlaştırmaya başlıyor. Çünkü ilk başta hissettiğimiz üzüntü, şaşkınlık, insan onuruna yakışmayan durumlara maruz kalmak duygu kapasitemizi zorlamaya başlıyor. Bununla baş edemediğimiz için savunma mekanizması geliştiriyoruz. Sonuçta bir süre sonra hissedemez hale geliyoruz.
· En tehlikeli yanı ise duyarsızlaşmaya götürmesi. “Zaten her gün gördüğümüz şeyler” düşüncesi oluşmaya başlıyor ve gözümüz görse de kalbimiz artık tepki veremez hale geliyor.
· Gerçeklik algımızı değiştiriyor. Sürekli kötü haberlere maruz kalmak, gerçek hayatı sadece kötülükten ibaretmiş gibi görmemizi sağlıyor.
· Şiddet, ölüm ve her gün yaşanan bir kaos bizi fark etmeden tetikleyebiliyor. Ruh sağlığımız olumsuz etkileniyor.
· Kendimizi kıyaslama durumunda buluyoruz. Bir yanda felaketlerin içinde yaşananlar bir yanda lüks hayatından kareler paylaşan fenomenler… Bu ikisi arasındaki zıtlık, bizi bazen suçluluğa bazen de yetersizliğe itiyor.
· Verdiğimiz tepkiler yüzeysel kalıyor. Yaşanan olaylara karşı verdiğimiz tepki like veya emoji ile oluyor.
Peki Hiç mi Güzel Şey Yok?
Elbette var. Sosyal medyayı bir araç olarak görürsek onu kullanmak ve onu dönüştürmek bizim elimizde olur. İstendiğinde büyük yardımların toplandığı bir platforma dönüşür. Hasta çocuklara ve depremzedelere büyük bir yardım ağına dönüştüğünü izledik. 6 Şubat depremi insanların istediklerinde yardım için nasıl kısa sürede organize olduğunu gösterdi. Birkaç saat içinde dayanışma ruhu ile yardımlar hedeflenen noktalara ulaştırılmaya çalışıldı. Buna şahit olduk.
Sosyal medya iyi ellerdeyken mucizelere araç olabilir. Bilinçli kullanan bireyler, doğru amaçlarla bir araya geldiğinde dayanışma ortaya çıkıyor. Bilgi edinmek, kendini ifade etmek, iş fırsatları oluşturmak bu mecrada kolaylaşıyor. Nasıl mı?
· Bilgiye en hızlı şekilde erişilebiliyor. Bir konu hakkında online kurs alarak o konunun uzmanı dahi olmak mümkün. Açık kaynaklı eğitim platformları sayesinde ücretsiz eğitim içerikleri, bilimsel veriler bulunuyor.
· Yeteneklere bağlı olarak çizilen resimler, kurgulanan videolar ve besteler paylaşılıyor.
· Benzer ilgi alanlarına sahip kişilerle bağlantı kurmak kolaylaşıyor.
· Profesyonel iş bağlantıları kurulabiliyor.
· Farklı kültürlere ait yaşam tarzları gözlemlenebiliyor.
· Ürün tanıtımı, müşteri iletişimi ve marka bilinirliği sağlamak kolay oluyor.
Bilinçli Kullanmak Mümkün Mü?
Sosyal medya ne iyidir ne de kötüdür. Biz ne istersek biz ne verirsek ona dönüşür. Doğru kullandığımızda bir öğrenme ve iletişim alanına dönüşür. Bilinçsizce yaklaşırsak çabuk manipüle edilen, duyarsız bireylere dönüşürüz. Sorumluluk, algoritmaları yönlendirebilecek bilinçte olan bizlerde! Yetişkinler olarak medya okuryazarlığı kısmımızı ne kadar geliştirirsek sosyal medyayı bilinçli kullanmamız mümkün olur.